Pegasus Havayollarından kazandığımız promosyon yurt dışı uçak biletiyle nereye gidebiliriz diye düşünürken giderleri düşük tutmak amacıyla arkadaşlarımızın bulunduğu ülkelere gitmeye karar verdik .
Tatil Planımızı ;
Uçakla Amsterdam 'a gidiş , birkaç gün Hollandayı gezdikten sonra , Paris ' te bir kaç gün kalış , kalan süremizde ise Belçika - Brüksel , Lüksemburg ve belki Almanya 'ya 1 - 2 günlük seyahatler olarak yaptık , toplam tatil süremiz ise 11 gün .
Bakalım bu tatilimiz nasıl geçecek ? Ne maceralarla karşılaşacağız ?
Bende gerçekten merak ediyorum .
Hollanda 'ya uçuşumuz Amsterdam Schiphol havavalanının rüzgarlı olması dolayısıyla uçak inişlerine izin vermemesi yüzünden 1,5 saat rötarlı başladı . Kaptanımız İstanbul - Amsterdam uçuş süresini 3 saat 5 dakika olarak verdi .
Öğleden sonra saat 3 gibi havaalanından çıktığımızda arkadaşımız bizi karşıladı . Hava sıcaklığı 7 - 8 C idi . İstanbulda 20 ' li C 'ler sonrası biraz etkilensekte hava şartlarına hazırlıklıydık .
Amsterdam hakkında ilk izlenimim gelişmiş bir ülkede oldukça tarihi bir şehre geldiğim şeklindeydi . Daha sonra Amsterdam Central 'e yani şehir merkezine geçerek dolaşmaya başladık .
Dolaşırken 15 yaşlarında bir genç '' Abi Güllüoğlu nerede '' diye sordu , biz şaka yapıyor sandık ve ''bilmiyoruz'' dedik
Karnımız açıkmıştı , ilk yemeğimizi bir fast food 'da yedik , menü fiyatı 7 Euro idi .
Yemek sonrası Güllüoğlu 'nu keşfettik , Amsterdam 'ın en merkezi yerlerinden birindeydi , dükkanı yeni açmışlar . Fiyatlar ise bize çok yüksek geldi . İçinde 3 adet şöbiyet olan bir porsiyon 6 Euro idi . Nede olsa merkezdeydiler ve sanırım dükkan kirası çok yüksektir .
Amsterdam merkezinde alışveriş yapılabilecek bir kaç uzun caddede çok sayıda mağaza bulunuyor .
Biraz daha gezindikten sonra Amsterdam 'a 20 dakika mesafedeki kalacağımız Utrecht şehrine ulaştık .Biraz sohbet ettikten sonra uyuduk .
Sabah 8 gibi uyandık , arkadaşım çeşit çeşit hollanda peynirlerini de içeren bir kahvaltı hazırlamıştı .
Paris 'e giderken erken rezervasyon yapamadığımız için thalys hızlı trenini kullanmayacağız . Bu trenin Amsterdam - Paris erken rezervasyonlu kişi başı tek yön bileti 30 'lu Eurolardan başlarken , bir kaç gün kala alırsanız 70 - 80 Eurolara çıkıyor .
Bu yüzden biz Avrupa çapında seferleri olan Euroline otobüsleri ile 42 Euro 'ya Amsterdam 'dan Paris 'e gideceğiz .
Amsterdamdan Paris Uçakla 1,5 saat ,Thalys hızlı treniyle 3 saat ,Eurolines otobüsleriyle 7,5 saat sürüyor .
Ertesi gün akşam paris 'e gitmeyi düşünmüş olsakta otobüs şirketi Eurolines 'ı aradığımızda o gün akşam seferi için yer olmadığını öğrenince bu akşam için otobüs biletimizi alıp kendimizi dışarı attık .
Utrecht Merkezine trenle gideceğiz . Oldukça yakınında olmamıza rağmen 2 tren değiştirerek şehir merkezine ulaşıyoruz . Hollanda içinde tren bileti için bir servet ödemeniz gerekiyor . Çok kısa bir mesafe için kişi başı gidiş - dönüş 7 Euro civarı ödedik .
Bir öğrenci şehri olan Utrecht Central ' in modern ve büyük bir tren garı vardı . Gardan çıkınca yakındaki pazara uğradık . Pazar bizim pazarlara çok benziyor , çalışanların çoğunun bakımlı bayanlar olması dikkat çekiyordu . Bizde de benzer bir görüntüyle Hatay 'ın Samandağı ilçesinde karşılaşmıştım . Sebze ve balıkta Türkiye ile fiyat farkı yoktu . Örneğin marul 'un demeti ve karnıbahar'ın adedi 1 Euro , Domates 'in kilosu 0,70 Euro idi .
Utrecht şehri bizi , tatilimizin sonunda bu tatilde en beğendiğimiz yer olabilecek kadar etkiledi .
Sakin kanallar , tarihi evler , yeşil bir ortam , güzel cafeler ve İstanbul - Beyoğlu gibi bir gündüz kalabalığı ve ortalıkta pek turist yok .
Önce ayaküstü ünlü bir kamyon restoranda pizza yedik , dolaştıktan sonra tarihi bir meydanın köşesindeki cafede kahve içtik ve sonra yine dolaştık .
Akşam Paris 'e hareket edeceğimiz için eve gidip valiz hazırlamamız gerekiyor , bu yüzden hava kararınca Utrecht Central 'den ayrıdık .
Paris 'e gitmek için Utrech 'ten çok sık sefer olmadığı için Amsterdam 'a geçeceğiz .
Euroline 'ın Amsterdam oto garına trenle gideceğiz . Kişi başı 7,40 Euro verip tek yön tren biletimizi alıyoruz .
Trenle Amsterdam 'a giderken ilk maceramız ile karşılaşıyoruz . Otobüs 'ün kalkmasına 30 dakika ve Euroline otogarına 4 istasyon kala tren duruyor ve ışıkları sönüyor . Yaklaşık 15 dakika sonra hareket edip otobüs kalkış saatinden 1 - 2 dakika önce perona ulaştığımızda otobüs standındaki görevli önümüzdeki 2 uzakdoğulu öğrenci gence niye geç kaldınız diye kızıyor . Bizde tamam oldu bir kere deyip hızla otobüse gidiyoruz .
Gördüğümüz kadarıyla otobüs avrupa ulaşımında öncelikle tercih edilmiyor . Avrupanın neredeyse her ülkesine çalışan en büyük şirket olan Euroline 'ın otobüsleri temiz ve eski model , Türkiye 'de servis işinde kullanılanlara benziyor . 7,5 saatlik Paris seferinde muavin veya yedek şöför yoktu . Otobüslerde boş bulduğunuz koltuğa oturuyorsunuz . Yer rezervasyonu yapılmıyor .
Otobüs hareket ettikten yaklaşık 1 saat sonra bir şehirde durdu ve 50 dakika kadar bekledi , oysa boş yer yoktu ve inip binende olmadı .
Sabaha karşı 4 gibi otobüs durdu ve ton ton şöförümüz herkesi uyandırarak otobüsten inmelerini istedi ve sonrasında kapıları kapattı . Burada yaklaşık 1 saat mola verdi . İnsanları neden uyandırıp otobüsten indirdi anlayamadık , kimsede bir şey demedi.
Sabahın 5.30 'unda Paris 'e vardığımızda molasız Paris yolculuğumuzun aslında 5,5 saat olabileceğini keşfettik . Yarım saat otobüsün içinde ,otogarın kapısında bekledikten sonra saat 6 'da otogarın kapısı açıldı , içeri girdik ve otobüsten indik .
Gece otobüs bize göre biraz serindi , birazda gereksiz uzun molaların etkisiyle fazla uyuyamadık .
Euroline bilet satış standına gidip bir kaç gün sonrasına kişi başı 25 Euro olan Paris - Brüksel otobüs biletimizi alıyoruz .
Euroline 'ın bir kapalı otoparkın içindeki otogarından Paris 'in her yerine metro ve tren seferi bulunuyor .
Paris metrosunu ve tren sistemini anlatmak gerekirse ; İstanbul ^da Gebzeden Tekirdağa kadar ve her yöne ulaşabildiğinizi düşünün . Fiyatlarsa ucuz sayılır , tek bir biletle istediğiniz yere 1,80 Euro 'ya gidebilirsiniz .
Sabah 7.30 gibi arkadaşımız bizi karşılamaya geldi ve yola çıktık . O çalışacağı için bizi otele bıraktı . Uykumuz vardı ve oda saat 11 'de boşalacaktı . Kahvaltı edip lobby 'de biraz uyukladık . Saat 11 'de odamıza çıktık ve bir kaç saat uyuduk ,
Karnımız acıkmıştı . Dominos Pizzadan 10 Euro 'ya 2 kişilik menü aldık , yandaki Türk marketinde ise yoğurt dışında aklınıza gelebilecek her şey Türk malıydı . Pınar ayranı ve Eti bisküvisi aldık .
Arkadaşımız geldiğinde evlerine akşam yemeğine gittik . Yemekte ertesi gün Champ Elysee 'den başlayarak metroyla veya yürüyerek gezmeyi kararlaştırdık .
Champ Elysee 'den Louvre 'ye giderken soldaki resimdeki Concorde meydanının bitimindeki aşağıda resmi görülen Lüksemburg Parkında bir kahve molası veriyoruz . Hava 14 C ' de olsa dışarıda oturuyoruz .
Burada kahve fiyatı 4 Euro civarı . Parisin kalabalığı bir yana , bu parkta sanki zaman durmuş ,luksemburg parkındaki havuz 'un etrafındaki metal sandalyelerde oturmak insanı dinlendiriyor .
Aşağıdaki resimdeki Louvre müzesi çok kalabalık , yeterli vaktimiz olmadığından bu kez müzeyi gezemiyoruz , biraz resim çekerek Notre Name 'a doğru bir kaç km. yürüyoruz .
Notre Dame ' ı gezmeye değer ,
çıkışta karnımız acıktı , St. Michel civarında Türk ve Grek döneri satan karşılıklı iki dükkandan Türk dönerini tercih ediyoruz . Antalya isimli fast food 'çu aile sıcak kanlı , bize Türkiye çok zengin herhalde bakın geziyorsunuz , biz çalışmaktan başımızı kaldıramıyoruz diye takılıyorlar .
Köfte , patates ve kola içeren menüye 8 , döner dürüm menüye 5,5 Euro ödüyoruz .
Şu ana kadar rahatlıkla 10 km. yürüdüğümüzü düşünerek , Eyfel Kulesine metro ile gitmeye karar veriyoruz . Böylece günlük metro biletinden ettiğimiz zararı da biraz düşüreceğiz .
Bana göre Eyfel Kulesi uzaktan güzel , bu görüşüm değişmedi .
Kulenin yanındaki köprüden karşı kıyıya geçerken latin müziği yapan grubu biraz dinledik , sağdan seine nehri kenarından , dökülen yapraklar arasında yaptığımız yürüyüş paris ' in romantizmi işte bu dedirtiyordu .
Champ Elysee ' ye paralel metroya bineceğimiz yerin karşısındaki cadde üstü cafede oturup bir şeyler içerek eyfel kulesinde saat başları yapılan ışıklı gösteriyi izlerken , arkadaşımız telefon ederek akşam yemeğine davet etti .
Metro istasyonuna indik , tren hareket etmek üzereyken ben bindim ve kapılar kapandı , eşim dışarıda kalmıştı . İşin kötüsü elinde haritayla nerede inip bineceğimizi eşim takip ettiğinden ben o an ne yapacağımı bilemedim , eşim tren hareket ederken bağırarak Pereire 'de in dedi .
Bu hareketli anlar sonrası ben trendeki metro haritasından Pereire 'nin kaçıncı istasyon olduğuna bakarken arkamdaki bey , biz şurdayız ve Pereire şurada diye gösterdi . Bu benim daha önceki gelişlerimde şahit olduğum ilgisizlikten farklı olarak bir Fransız yardımseverliğiydi .
Pereire istasyonunda inince eşimi beklemeye başladım , 4. trenden çıkınca niye daha öncekilere binmediğini sordum . Ona yardımcı olan birisi bu tren Pereire 'den geçmez deyince , yukarı çıkıp metro haritasına tekrar bakması gerekmiş . Oradan diğer bir trenle otele geldik , Yaşadığımız vakit kaybına rağmen normalde yarım saat civarında gideceğimiz yaklaşık 30 - 35 km. 'lik mesafeyi 50 dakikada geçerek otele gittik .
Arkadaşımız gelip bizi aldı . Ertesi gün Disneyland ve Versay sarayına gitmeyi düşünüyoruz .
Hava bugünde şansımıza masmavi .Sabah kahvaltı sonrası trenle Disneyland 'a gitmeyi düşünürken orada tam gün kalmak gerekeceğinden yolda Versay Sarayına gitmeye karar veriyoruz . Elimizde günlük abonman biletimiz olduğundan trenle istediğimiz yere gidebiliyoruz .
Versailles 'a (Versay) 'a yaklaşırken 3 esmer çocuk vagonumuza biniyor . Ellerinde bizimde Türkiyede kullandığımız türden mavi plastik bir dosya ve içinde bir kaç kağıt var . Vagonda ilerlerken benim yanıma gelip bir şeyler söylüyorlar , aldırmayınca plastik dosyayı hafifçe boğazıma doğru bastırdılar ve bir şeyler söylediler . Sanırım bir şey için para istediler .
Ben ortada acayip bir durum olmasına rağmen ne korktum nede bir tepki verdim , geçip giderler diye düşünürken eşim eliyle dosyayı itti ve çekilin gidin gibisine bir şeyler söyledi . Çocuklar bu durumda uzaklaştı .
Versay Sarayı 'na geldiğimizde hava çok soğuk ve sisliydi .
Girişte geniş bir bulvardan geçerek içeri girdik , giriş 15 Euro , bahçedeki Maria Antuanet 'inde evinin olduğu diğer bölüme de gitmek isterseniz ise 18 Euro .
Tam gününüzü ayırmadıysanız , bisiklete binmeyi bilmiyorsanız , herhangi bir araç kiralamayacaksanız tavsiyemiz 15 Euro ' luk bilet alın . İhtişamlı sarayı gezin , kralların kayığa bindiği kuğulu göletlerde yarım saati 11 Euro 'ya kayığa binin , yollardaki restoran veya büfelerde bir şeyler yiyin . Sarayın bahçesi çok büyük ve mesafeler yürüyerek çok uzak .
İsterseniz saati 30 Euro 'ya 4 kişilik golf arabası kiralayıp gezebilirsiniz . Bir otobüs trende bahçeyi dolaştırıyor .
Yanınızda küçük çocuğunuz yoksa , Versay 'a tam gününüzü ayırarak tren şeklindeki otobüsle dolaşın , golf arabası kiralayın , bisiklet ve kayık turu yapın . Acıktığınızda büfe veya restoranlarda bir şeyler yiyin .
Hava da güzelse yaşadığınız o büyüleyici günü uzun yıllar unutamazsınız .
Arkadaşlarımız önce yemeğe gitmeyi öneriyorlar , biz saat 15.00 gibi yemek yediğimizden pek acıkmadık , onlarda idare ederiz deyince Sacre Cor ' u geziyoruz . Hava soğuk olduğundan etrafta çok sayıda ressam görünmüyor . Buradan Paris manzarası çok güzel .
Ertesi sabah erkenden Brüksel otobüsümüz olduğundan otele dönüp arkadaşlarımızla vedalaşıyoruz . Oda fiyatı gecelik 59 Euro olan otelimizin ücretini ödediklerini öğreniyor , önce mahçup olup sonra onlara teşekkür ediyoruz. 2 yıldızlı ve temiz otelimizdeki açık büfe kahvaltı ise 7,5 Euroydu ve özellikle çikolatalı kruvasanları çok güzeldi .
Paris 'te dikkatimi çeken bir diğer şey , şehir içinde hiç bir carrefour mağazasıyla karşılaşmamamız oldu . Civarında ise bir tane gördük .
Arkadaşlarımızdan saat 10.30 gibi ayrılınca karnımızın zil çaldığını farkediyoruz . Yakındaki yerel bir pizzacıya gidip ikisi 16 Euro 'ya orta boy pizza yedikten sonra otele gidip uyuyoruz .
Erkenden uyandık , arkadaşımız işe gitmeden önce bizi alıp otobüs terminaline bırakıyor . Paristen Brüksel 'e giden otobüsümüs 6 yolcusuyla hareket ediyor . Bu otobüste kahve servisi de var . Ücretli ama ucuz . Bu arada marketlerden su almaya dikkat ediyoruz. Çünkü bir çok yerde 1/2 litrelik suları 2-3 Euro 'ya satıyorlar .
Sağdaki resimdeki Lille şehrinde yolcu indirdikten sonra , yaklaşık 3,5 saat sonra otobüsümüzle Brüksel'e geliyoruz . Güzel ve büyük bir şehir . Euroline 'ın şehir merkezindeki otogarına gelirken oldukça uzun bir şehir turu yapıyoruz . Akşam için kişi başı 17,5 Euro olan Brüksel - Amsterdam otobüs biletlerimizi alıp , büyük tren garına geçip bir büfeden harita alıyoruz .
Büfeciye Brüksel'de 4 saatimiz var nereye gidelim deyince hemen arkasını işaret ediyor ve buradan ileri 1-2 km. yürüyün diyor .
Elimizdeki valizi 3 Euro bozuk para ile çalışan otomatik bir makine olan emanete bırakıp , gardan çıkıyor ve büfecinin gösterdiği tarafa gidiyoruz .
Brükselin merkezindeki binalar çok yüksek olmasa da bizde görülmedik kadar geniş , hollanda daki iş merkezleri de benzer .
Geniş bir cadde , caddeyi takip ederek 13. yüzyılda yapılan etkileyici tarihi yapılar içeren Grand Place (Büyük Meydan)' a ulaşıyorsunuz .
Sağda solda Sultans of Kebap 'ın fast food 'ları , restoranları yer alıyor . Biz , Sultans of Kabap ' ın Brüksel 'in merkezinde 6 mağazasını görebildik .
Yol üstünde bir köşede sağ tarafa bakınca uzaktan gördüğümüz bir kiliseye doğru yürümeye başlasakta bir süre sonra yanlış yöne gittiğimizi düşündük . Yol üstündeki Gaziantep Sofrası'nı işleten aileye yolu sorarak tekrar bir tarif aldık . Onlarda 4 saatlik Brüksel gezisi için aynı yeri önerdi .
Grand Place ' e geldiğimizde kendimizi farklı bir yüzyılda hissettik . Yeni yapılmış gibi görünen 13.yy 'a ait binaların bulunduğu dikdörtgen meydan size o dönemde yaşıyorsunuz duygusu veriyordu .
Meydan da resim çektik , dolaştık , tarihe meydan okuyan yapıları seyrettik ve karnımız acıktı .
Brüksel 'in merkezinde Sultans of Kebap zincirinden başka bilinen fast foodlar dışında , Çin , Vietnam , Hint restoranları da bulunuyor . Soğuk havada yemek kararı için yarım saat dolaştıktan sonra girdiğimiz açık büfesi olan çin restoranı yemeklerinin bittiğini söyleyince daha önce gördüğümüz patates ile yerel yiyecekler yapan yeri tercih ettik .
Bu patates restoranında tezgah 'ın arkasındaki gencin hazırladığı yiyecekten sipariş verdim . Hangi sosu istersiniz ? sorusuna ben hepsinden cevabını verince durdu , bende böylece patatesin üstüne her sostan konulmayacağını anlamış oldum ve sen en çok hangisini beğeniyorsan ondan hazırla dedim . Fiyatı 5,5 Euro olan soslu patates bu kadar mı güzel olabilir , lezzeti inanılmazdı . Eşimse 8 Euro karşılığı kızarmış but , balık ve patates aldı . Porsiyon öyle büyüktüki bir bölümünü paket yaptırdık .
Yemek sonrası Büyük Meydanda tarihi bir cafede tanesi 3 Euro 'dan kahve içtik . Yanan şömine eski kapı kolları ve pencereler . Dışarıya bakınca ise tarih sizi alıp başka yerlere götürüyordu .
Çok ilginç bir çikolata ve bira mağazası gördük . Meyveli biralardan aldık , fakat tadını pek beğenmedik . Belki kokteyl içeceği olabilirdi .
Biraz da mağazaları gezdikten sonra
otobüsümüze gitme vaktinin geldiğini düşündük . Önce elimizdeki barkod 'u okutup otomatik emanetçi makinesinden valizimizi aldık , otobüste trafikten 1 saat rötar olacağı söylendi . Bu gecikme gece hollanda 'ya vardığımızda ulaşım sorunu yaratacak mı ? oraya gidince göreceğiz .
Otobüs 1 saat geç hareket edince Amsterdam 'a gece 11 'e doğru ulaştık . Merkezde dahi ,tren biletini belli bir saatten sonra yalnızca bilgisayar ekranlarından alabiliyorsunuz , küçük istasyonlarda ise bilet satış yeri yalnızca ekranlar .
Bu biletmatiklerde kredi kartı geçmiyor , yalnızca yerel atm kartı veya bozuk para geçiyor . Bizde 2 kişi için bilet ücreti olan 9,60 Euro bozuk para yok , gardaki Burger King 'deki kasiyere gidiyoruz ve paramızı bozuyor , bu yazıyı hiç bir zaman göremeyecek olsa da ona buradan tekrar teşekkür ediyorum . Yoksa arkadaşımızı çağırmamız gerekecekti .
Heyecanlı dakikalar sonrası kendimizi trene attık , bir kaç istasyon sonra Ajax futbol takımının stadı Amsterdam Bijlmer Arena 'nın yeraldığı istasyonda dışarı baktığımızda kendimizi Türkiye 'de hissettik .
Üzerine bayrağımızı sarmış , yüzüne ayyıldız yapmış insanlarla karşılaştık , trene bindiklerinde sorduğumuzda Türkiye - Hollanda maçından çıktıklarını söylüyorlardı , üzgünlerdi , çünkü yenilmişiz . Türk ve Hollandalı seyirciler trende dostça biraradaydı .
Aralarında maçla ilgili sıcak yorumlardan biri ise , ligler arasında klas farkı olduğu idi . Sahaya havai fişeği kim attıysa ona çok kızmışlardı ve bunu yanlış buluyorlardı .
Türkiye 'den bu kadar uzakta , bazıları düzgün Türkçe konuşamayan Türklerin vatansever görüntüleri beni çok duygulandırdı ve ülkemle tekrar gurur duydum .
Trenden inince arkadaşımız bizi karşıladı , zaten evi 1 km. ilerde idi .
Tatillerde hızlı tempoya alışmış olmamız , sabah 9 ' da uyanmayı normal dışı bir durum gibi hissettirse de aslında yorgunduk , buna karşın hala çok yer görmek istiyorduk .
Utrecht 'e yaklaşık 40 km . uzaklıktaki Den Haag 'a arabayla gidiyoruz , arkadaşımızın pahalı park yeri olması endişesi gerçekleşmiyor ve Schveningen ' de (Şiveningen) kış olması nedeniyle sahildeki otoparkın ücretsiz olduğunu görüyoruz .
Den Haag 'ın uçsuz bucaksız görünen sahili Miami Beach ' i andırıyor . Yalnız burada kumsalın arkasında sıra sıra oteller yerine bir otelin yanısıra şık cafe ve restoranlar bulunuyor . Sıcaklık 6 - 7 C olsa da , hissedilen sıcaklık deniz kenarında çok düşük , donmamak için yürüyoruz ve sahil yolunun sonunda Hollanda daki klasik ayaküstü balıkçılarından biriyle karşılaşınca hemen içeri giriyoruz .
Yazın tatil ve balık cenneti olan Den Haag 'daki bu balıkçı 'da menü 'de hamsiye de rastlıyoruz . Tezgahtaki hamsiler bizimki gibi . Balığın ismi ise sanırım bize ait .
Balık cennetinde deniz ürünleri çok ucuz .Bezelye çorbası , Mezgit benzeri sosla yenen bir balık , jumbo karides , kalamar ve içecek içeren ziyafer gibi menüye 15 Euro gibi bir ödeme yapıyor ve 3 kişi tıka basa doyuyoruz .
Sahilde yürüyüş sonrası şık bir cafede kahve içip dinlendikten sonra 21 Euro karşılığı 3 kişilik 5 -10 kez binişli tramvay bileti alıyoruz . Bu biletleri bitiremesekte , diğer şehirlerde de kullanılabiliyor .
Şehir merkezi Beyoğlu gibi kalabalık ve çok sayıda mağaza bulunuyor .
Ben tatilde yakın bir arkadaşımda kalıyorsam o ülkeyi tanımasamda kendimi uzun süredir orada ve evimde hissedebiliyorum , bunda gerçek arkadaşlığın yıllarca görüşülmese bile , özel olmasının payı var .
Biraz dolaşıp tramvayla sahildeki arabamıza dönüyor ve sonrasında Utrecht 'e evimize gidiyoruz . Eve dönünce biraz sohbet edip sonra uyuyoruz .
Ertesi gün Roterdam 'a gideceğiz .
Büyük bir ticaret şehri olan Roterdam 'a trenle gidiyoruz . 40 km mesafe için tren biletleri için kişi başı gidiş dönüş 20 Euro gibi bir servet ödüyoruz .
Benim önerim , Hollanda 'da bir kaç kişi gezecekseniz otomobil kiralamayı tercih etmeniz . Rent a car avrupa için biraz pahalı günlük 50 Euro gibi , benzinse 1,40 Euro litre fiyatıyla bize göre çok ucuz . Arabanızı çok merkezi otoparka bırakmazsanız trenle seyahate göre daha karlı .
Çevreyi geziyoruz ,
alışveriş caddelerinde çok sayıda büyük ayakkabı mağazası var , ayakkabı da fiyatlar oldukça uygun . 70 - 80 'li yılları anımsatan şık bir cafede oturup kahve içiyoruz .
Cafe nostaljik olsa da müşterileri gençler .
Biraz daha dolaştıktan sonra karnımız acıktı , akşam yemeğe gideceğimiz için günü atıştırarak geçirdik .
Gece eve dönmek için Roterdam tren istasyonuna geldiğimizde tren seferlerinde bir sorun olduğunu öğrendik , Utrech tren garından kaynaklanan problem , o yöndeki tüm seferleri etkilemişti .
Hollandalılar kalabalık toplu ulaşım araçlarında yolculuk etmeye alışkın değiller . Trenin kapısı açıldı , biz öndeydik ve oturduk , 2 - 3 tren dolusu insan 1 trene binmeye çalışınca herkes kapının önüne yığıldı ve kapı 20 dakika anonslara rağmen kapanamadı .
Oysa vagonun orta bölümü boştu , ben '' İlerleyelim beyler '' demeyi düşünsemde anlayıp anlamayacaklarına emin olmadığımdan bir şey demedim . Bu kalabalık tren onlara bir macera gibi gelmişti , geç hareket edince sinirlenmek yerine ''yehoo'' diye bağıranlar vardı .
Bu trenden inince Brükselden gelen yüksek hızlı trene binip ,Amsterdam Centrale ve oradan , Utrecht'e gitmeye karar verdik . Arızadan dolayı bir çok insan ne yapacağını bilmiyordu . Yüksek hızlı tren ortalama 250 km. hız yapıyordu , diğerleri ise ortalama 150 km. hız ile biraz yavaştı . İkisindede hızlı gittiğinizi hissetmiyorsunuz . Gece geç saatlerde eve ulaştık ve hemen uykuya daldık .